Melih Cılga – Twitter:
@melihcilga
Batı Almanya’nın Yahudi Soykırımı’yla yüzleşmesi kolay bir
süreç olmadı. Gerçi 1952 yılında Alman devleti İsrail’e soykırım tazminatı ödemeyi
kabul etmişti, ama sokaktaki vatandaş açısından baktığımızda, Alman kamuoyu
1970’lere kadar bu konuya hep mesafeli yaklaştı ve büyük direnç gösterdi.
Savaştan hemen sonraki dönemde Alman halkının gündemi
geçmişteki suçlarla yüzleşmek değil, bilakis geçmişi unutup “temiz” bir sayfa
açarak ülkeyi ve hayatlarını yeniden inşa etmekti. Böylece büyük bir “gönüllü unutkanlık” dönemine girildi. O
günlerde yapılan kamuoyu anketlerine göre, Almanların azımsanmayacak bir bölümü
hala Yahudileri bir ‘sorun’ olarak gördükleri söylüyordu ve Yahudilerin
başlarına gelenlerden aslen kendilerinin sorumlu olduğunu düşünüyordu. [1]
Doğu Almanya’da ise kendi içlerinde bir yüzleşme deneyimi
hiç yaşanmadı, konu her gündeme geldiğinde sadece Batı Almanya’yı suçladılar. Doğu
Almanya devleti, aslında kendilerinin de dahil olduğu bir suçu başkasına
yansıtarak, toplumun kolektif hafızasından bu olayı silmeyi amaçlıyordu. Ama
bunda pek başarılı olamadıkları, yani Nazi zihniyetinin pekâlâ Doğu Almanya’da
da yaşamaya devam ettiği gerçeği, 1989’da iki Almanya’nın birleşmesinden sonra
açıkça ortaya çıktı.
Kasım 1945 – Ekim 1946 döneminde yapılan meşhur Nürnberg duruşmalarında
sadece 24 kişi yargılanmıştı. Nazi iktidarı boyunca üst düzey pozisyonlarda
çalışmış bu 24 sanık, “barışa karşı işlenen suçlar, savaş suçları ve insanlığa
karşı işlenen suçlar” kategorilerinde hüküm giydiler. (1945’te hukuki
literatürde henüz “soykırım / genocide” diye bir suç tanımı yoktu. Aslında ta
1933’te Polonyalı avukat Raphael Lemkin, Ermeni ve Süryani soykırımları
hakkında yaptığı çalışmalara dayanarak, ilk kez “soykırım suçu” diye bir terim ortaya
atmıştı; ama bu kavramın Birleşmiş Milletler’de “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” biçiminde benimsenmesi ancak 1948’de
gerçekleşebildi.)
Almanya’da hiç kimse Nazi geçmişini hatırlamak istemiyordu,
demiştik. Fakat toplumsal hafızayı bütünüyle inkâr etmek de mümkün olmadığı
için, unutma ve hatırlama süreçleri ister istemez eş zamanlı yaşanıyordu.
Geçmişte bazı suçların işlendiği kabul ediliyordu tabii, ama bu suçların soykırım
olmadığı öne sürülüyordu. Yine de Batı Alman kamuoyunda soykırım ile ilgili
fikirlerin netleşmesine yol açan ilk gelişme, 1947 yılında Polonya’da görülmeye
başlanan Auschwitz Davası oldu. Bu davada 41 SS subayının yargılanıp yarısının
idam cezasına çarptırılması ile beraber, Alman halkı en azından bir süreliğine
dikkatini “savaş suçlarıyla yüzleşme” konusuna yöneltti.
Ama daha birkaç yıl öncesine kadar Nazi üniforması giydiği
halde artık toplumun içinde sıradan bir vatandaş gibi yaşayan milyonlarca
Alman’ın aynaya bakmaya hiç niyeti yoktu hala. O sıralarda Almanya’da herkesin
gündemi, Marshall Planı sayesinde ekonominin yeniden canlanmaya başlamasıyla
birlikte, hızla gelişen Amerikan yaşam tarzı ve tüketim toplumu içerisindeki
yerini almaktı.
“Gönüllü Unutkanlık” sapasağlam
yerinde
Batı Almanya’da Nazi suçlarının soruşturulmasına yönelik ilk
adım 1950 yılında çıkartılan bir yasayla atıldı, fakat bunun kapsamı da yalnızca
“suçu işleyen ve zarar görenin her ikisinin de Alman olduğu durumlarla” sınırlı
tutuldu. Bu çerçevede 1952 yılına kadar 5.678 şikâyet başvurusu geldi, 1954’de
bu sayı sadece 44’e ve 1956’da onun da yarısına kadar indi. [2]
Tam konu gündemden düşecekken, Rusya’daki Alman savaş
esirlerinin ülkeye geri dönmesiyle bu yasa çerçevesindeki başvurularda yeniden
bir artış yaşanınca, aslında henüz hiç soruşturulmamış çok sayıda suç olduğu ve
birçok failin de halkın içinde serbestçe dolaştığı gerçeği, Alman hukuk
çevrelerinde “sessizce” tartışılmaya başlandı.
Nihayet ortaya çıkan bariz ihtiyaç üzerine 1958 yılında
kurulan bir komisyon, Nazilerin Almanya
toprakları dışında sebep olduğu sivil ölümleri (toplama kampları ve
gettolar da dahil olmak üzere) hakkında ön soruşturma yapmakla görevlendirildi.
1959 yılında bu komisyon, savaş sırasında Auschwitz ve benzeri toplama
kamplarındaki SS birliklerinde görev almış şüpheli kişileri belirledi.
Fakat bu kişiler hakkında dava açılıncaya kadar dört yıl
sürecek zorlu bir hazırlık döneminin daha geçmesi gerekecekti. Savcılar hem
yeterli belge ve tanık bulmakta zorlandılar hem de geçmişiyle yüzleşmek
istemeyen Alman halkının şiddetli tepkisiyle karşılaştılar. (Bu dava öncesi
dönemi anlatan 2014 yapımı film “Im Labyrinth des Schweigens”in sitesi: http://imlabyrinth-film.de/)
Eichmann davası ve
“kötülüğün sıradanlığı”
Bu yaygın sessizliği bozan başka bir önemli gelişme, soykırımın
baş aktörlerinden Adolf Eichmann’ın 1960’da İsrail gizli servisi tarafından Arjantin’de
yakalanması ve İsrail’e getirilip yargılandıktan sonra 1962’de idam edilmesi
oldu. Alman toplumu, Yahudilerin planlı olarak ve kitlesel biçimde katledildiği
gerçeğini ilk kez Eichmann duruşmasından sonra yaygın biçimde tartışmaya
başladı.
Bu arada, Hannah Arendt’in bu duruşma hakkında yazdığı
kitapla bütün dünya “kötülüğün
sıradanlığı” kavramıyla tanıştı. Bu kavram sayesinde, “totaliter bir devlet
tarafından organize edilen kitlesel katliamlara gönüllü olarak katılan sıradan
vatandaşın sorumluluğu nedir” sorusu da hayatımıza girdi ilk kez. Fakat 1963’te
Almanya’daki genel toplumsal algıya bakıldığında, soykırımdan hala “geçmişte ve
uzakta kalmış bir hayalet” gibi görülen bir avuç elit Nazi subayı sorumlu tutuluyordu.
Katliamlarda bilerek ve isteyerek görev almış milyonlarca Alman, sadece “savaş
sırasında aldıkları emirleri uyguladıklarını” düşünerek, kendi sorumluluklarıyla
yüzleşmeyi reddediyordu.
Frankfurt’taki
Auschwitz duruşmaları (1963-68)
1958’de çalışmaya başlayan ön araştırma komisyonunun
ulaştığı bulgular sayesinde, nihayet ilk Auschwitz duruşmaları Aralık 1963’te
Frankfurt’ta başlayabildi. Dava boyunca sanıklar ısrarla “sivillerin ölümüne
yol açmak” suçlamasını inkâr ettiler. Toplama kamplarındaki gaz odalarından habersiz
olduklarını, sadece emir-komuta zinciri içerisinde görevlerini yaptıklarını
söylediler. Karar, Ağustos 1965’te açıklandı. 6 kişi ağırlaştırılmış müebbet,
10 kişi 3,5 yıldan 14 yıla kadar değişen hapis cezası aldı, 3 kişi de delil
yetersizliğinden beraat etti. (Duruşmalar sırasındaki tanık ifadelerinin ses
kayıtlarını şuradan dinlemek mümkün: http://www.auschwitz-prozess.de/)
1966’daki ikinci dalga ve 1968’deki üçüncü dalga Auschwitz duruşmalarında da
toplam 5 kişi benzer cezalar aldı.
Sonuçta hem İsrail’deki Eichmann davası hem de
Frankfurt’taki Auschwitz mahkemelerinin toplum üzerindeki etkisi, geçmişteki
suçların “münferit vakalar” olarak kabul edilmesi tezini güçlendirmek oldu.
Herkes “sapkın Nazi ideolojisine alet olmuş birkaç kötü niyetli Alman”
bulunduğunu kabul etmekle birlikte, geri kalan Alman toplumunun masum olduğuna,
hatta savaşın gerçek mağdurlarının kendileri olduğuna inanmayı tercih etti.
68 Kuşağı ve ilk samimi
sorgulamalar
Almanya’nın Yahudi Soykırımı’ndaki rolünün tam olarak açıkça
tartışılması, ancak 1968 kuşağını oluşturan gençlerin sahneye çıkmasıyla mümkün
oldu. 68 kuşağı Alman gençleri, geçmişte Nazi Partisi üyesi olan birçok kişinin
halen önemli görevlerde bulunduğunu söyleyerek, bir önceki kuşakları ahlaki
olarak sorgulama ve mahkûm etme cesaretini gösterdiler. Samimi bir yüzleşme
için sert ve acımasız söylemler ürettiler. Örneğin, ülke çapında birçok ailede
gençler “Babam ya da büyükbabam bir katil miydi?” sorusunu sormaya başladılar.
Yükselişe geçen bu yüzleşme dalgası sayesinde, yeni davalar
açıldı, Auschwitz haricindeki diğer toplama kamplarında da görev yapmış olanlar
belirlenmeye ve yargılanmaya çalışıldı. İnsanlar toplama kamplarını ziyaret
ettikçe ve konuyla ilgili belgeseller hazırlanıp yayımlandıkça, “gaz
odalarından haberim yoktu” mazereti anlamsızlaştı. Artık gerçekler biraz daha
yaygın biçimde açıkça konuşuluyor, bir soykırım yaşandığını kabul etme eğilimi
ilk kez ortaya çıkıyordu. [3]
Willy Brandt diz çöküyor!
Almanya’nın geçmişiyle yüzleşmesinde belki de en önemli
adım, 7 Aralık 1970’de Başbakan Willy Brandt’ın Varşova Yahudi Gettosu
kurbanları için yapılan anıtın önünde diz çökerek, beden diliyle özür
dilemesiyle yaşandı. Öte yandan, Brandt’ın bu davranışının o günlerde Alman
halkı tarafından nasıl algılandığı gösteren bir anket verisine bakmak faydalı
olabilir. 12 Aralık 1970 tarihli Der Spiegel dergisinde yayımlanan bir anketin
sonuçlarına göre, Almanların %41’i bu özrü “uygun” bulurken %48’i “abartılı bir
davranış” olduğunu söylemişti. Yaş gruplarına göre dağılımda ise, 16-29 yaş
grubundaki gençlerin %46’sının, 30-59 yaş grubundakilerin de %37’sinin Brandt’ı
onayladığı görülüyordu. [4]
Kısacası, sokaktaki vatandaş nezdinde “gönüllü unutkanlık”tan
samimi yüzleşmeye geçişin kolay bir süreç olmayacağı açıkça görülüyordu. Ama hiç
kuşkusuz, Willy Brandt’ın diz çöküşü Almanların Nazi geçmişiyle yüzleşme ve
hesaplaşma eğilimini ciddi biçimde hızlandırdı. Geçmişiyle yüzleşmek konusunda
büyük bir direnç gösteren Türkiye gibi ülkelerle karşılaştırıldığında,
Almanya’nın göreceli olarak kısa sürede çok büyük yol aldığını söylemek
rahatlıkla mümkün. [5]
Yine de bu bağlamda Almanya’nın önünde ev ödevi olarak bekleyen
iki tane tartışmalı konu daha var gibi görünüyor:
1) 1908-1918 döneminde Osmanlı İmparatorluğu sınırları
içerisindeki gayrimüslim azınlıkların başına gelen sürgün ve soykırım gibi
felaketlerin planlama ve uygulama aşamasında, İttihat ve Terakki Partisi’nin
Almanlarla nasıl ve hangi seviyede bir işbirliği ilişkisi yaşadığının
aydınlatılması gerekiyor.
2) 1904-1908 döneminde Afrika’daki Alman sömürgesinde
(bugünkü adı Namibya olan bölgede) yaşanan katliamların da daha fazla
aydınlatılması gerekiyor. Her şey bir yana, sonradan Josef Mengele’nin hocası
olacak ırkçı antropolog Eugen Fischer’in Afrika’daki bu ölüm kamplarında
yaptığı “deneyler” (!) ve kafatası ölçümleri bile daha epey tartışma kaldırır
gibi görünüyor. [6]
Kaynaklar:
[1] “Holokost sonrası Alman kimliği” - http://arsiv.salom.com.tr/news/print/23430-Holokost-sonrasi-Alman-kimligi.aspx
[2] “Auschwitzprozesse” - http://de.wikipedia.org/wiki/Auschwitzprozesse
[3] “Bir Daha Asla!” - http://www.birdahaasla.org/
[4] 12 Aralık 1970’te yayımlanan Der Spiegel dergisindeki
anket - http://magazin.spiegel.de/EpubDelivery/spiegel/pdf/43822427
[5] “Vergangenheitsbewältigung” - http://de.wikipedia.org/wiki/Vergangenheitsbew%C3%A4ltigung
[6] 20. yüzyılın ilk soykırımı: Afrika’daki Herero ve Nama
soykırımı - http://www.hakikatadalethafiza.org/duyuru.aspx?NewsId=942&LngId=1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder